Powered By Blogger

Salı, Temmuz 07, 2015

Gidebilmek

İnsanın göğüs kafesine gece çöker bazen...
Ve düşmek ister yollara,gitmek ister...

Sadece geceleyin,tümüyle yalnızken ve içime kapanmışken kendimi bulur ve huzurlu hissederim.
Kelimelerimin büyüsünü göğüs kafesime gece çöktüğünde keşfederim...
İlk satırlarımı o gecelerde yazdım.
Nicelerini belki de o gecelerde bir cam kenarında yazarım...

Yolculuk yapmayı neden bu kadar çok seviyorum bilmiyorum.
Tek bildiğim yollarda kendimi özgür hissettiğim...

Sevmenin de ötesinde bir ihtiyaç yolculuk..
Günün birinde herkesin yapması gereken..
Yapıldıkça keşfedilecek ve keşfedildikçe su gibi ekmek gibi özümsenecek bir ihtiyaç..

Yani işin özü ; gitmek gerek bazen...

Gitmek ama nereye?

Tası tarağı toplayıp Ege'ye mi?
Ya da adı sanı duyulmamış bir sahil kasabasına mı?
Sırtta çanta,elde bilet dünyayı mı dolaşmalı?
Yahut mümkün olduğunca uzağa mı gitmeli,kendinden kaçarcasına?

Önemi yok.

Gitmek ama niye?

Cevabı yok.

Aslında bana sorarsanız gidiş nedeni de,vardığın yer de pek mühim değil.
Zira aslolan gitmek,gidebilmek...
Zaman zaman veya her zaman...

Velhasıl içinde yaşadığımız sistemi elimizin tersiyle itip kafa dengi dostlarla beraber bir çiftlikte kedi köpek beslemek,keçi sağmak ya da bir sahil kasabında balık tutarak yaşamak ütopyası sanıldığından çok daha eski.

Benim bahsettiğim,hissettiğim gidiş böylesi değil...

İnsan ki eşrefi mahlukattır,içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür.
Çıkacaksın yollara,kendine doğru gideceksin gidebildiğin kadar...

Bu sözler bir dinletide söylediklerim.
Hala aklımda.
Biraz benden biraz sizden bir şeyler var o sözlerde...

İçimizdeki semavi öz...

Sıyrılmak her şeyden ve herkesten, çıkmak bir balonun tepesine...
Kendine,özüne...
Etrafına...
En yakınına ya da en uzağına bakmak şöyle bi...
Açıları değiştirmek...
Ve yeniden.. Ve tekrardan.. Yorumlamak herkesi ve her şeyi..
...
Bir sabah uyansam ve gözlerimi Kapadokya'da açsam mesela..
Gün yeni ağarmak üzere olsa..
Çiçek kokuları ve rüzgarın serinliği birbirine karışsa..
Bir bekleyiş bir macera heyecanı yaşasam..
Rengarenk balonlar..
Yarı rüya yarı gerçek olsa her şey..
Böyle bir kare canlanıyor gözümde.
Gökyüzü benek benek rengarenk balonlarla kaplandığında ben de o balonlardan birinin içinde olsam..

Ve baksam şöyle bi'aşağıya..
Uzaklara bakınca ne ufak hayatlar,dertler desem..
Ve sonra kaldırsam başımı..
Yakından bakınca ne uçsuz bucaksız gökyüzü ne hayallerle dolu..

Yerden metrelerce yüksekte..
Yanımda belki bir dostum..
Belki ailem..
Belki de tek başımayım..
Sadece daha yukarı çıkabiliyor ya da alçalabiliyor balonlar..
Başka bir hamle yok.
Tıpkı hayat gibi direksiyon yok.
Rotamız bizden daha kudretli rüzgara bağlı..
Esen rüzgarla beraber hareket etmek,diğer balonlar arasında yer edinmek,kimseye çarpmadan kendimize has bir yol izlemek..
Tıpkı hayat gibi..
Tek fark ; mücadelesiz,rekabetsiz,gerilimsiz bir amaç balondaki.
Bir kaçış değil,bir keşif yani...

Ve düşünüyorum.
Balonun içindeyken teslimiyet ve hafiflik hissi yaşar mıyım?
Çocuksu bir merakla mı dikilirim sepetin içinde?

Ve biliyorum.
O an kendimle baş başa kalırım.
Kendi içime bi'göz atarım.

Gökyüzü eflatun,pembe..
Gökyüzü rengarenk..
Aşağıda dünya yepyeni bir güne hazırlanıyor...
Tüm telaşı,hevesi ve hırsıyla..
Arabalar,otobüsler...
Telefonlar,görüşmeler...
Yanlış anlamalar,yanlış anlaşılmalar...
Yorgunluklar,kırgınlıklar...
Velhasıl bir koşuşturmaca!
Balondaki ben ya da bizler teslim olmuşluğun hafifliğiyle seyir halindeyiz aşağıdaki telaşlı,hevesli ve hırslı dünyayı...

Gitmek diyordum..
İlla uzaklara gitmek değil mesele..
Aslolan özüne inebilmekte..
Benim hayalim bir balonun tepesinde..

Sizlerinki kim bilir nerede?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder