Powered By Blogger

Salı, Ekim 13, 2015

Romantik Devrimci / Nazım Hikmet Ran




 Kağıt ve kalemin son valsi her zaman aşk ile yazılmıyormuş...

O’nun sevgi dolu şiirlerini paylaşabilecek günler yaşıyor olmak,
Ekim’in en güzel günlerini içimizi ısıtacak şiirlerle doldurmak isterdim.


Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz?



Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu,
ve taşı yonttuğumuzdan beri,
yıkan da, yaratan da biziz,
yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada..

Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte..

Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

***
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler..

Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan..
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Krematoryum, krematoryum, krematoryum.
Bir deniz görüyorum.
Ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz,
çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan..


Zafere Dair

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı,
dudaklarını kanatarak,
dayanılmakta ağrıya...

Şimdi çıplak ve merhametsiz,
bir çığlık oldu ümit...

Ve zafer,
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar,
tırnakla sökülüp koparılacaktır...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin,
zalim,
ve kurnaz..

Ölüyor çarpışarak insanlarımız,
 - halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız,
 - ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla,
bir bayram günü nümayişe çıktılar,
öyle genç,
ve fütursuz...

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.

En güzel dünyaları,
yaktık ellerimizle,
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı,
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp,
gözyaşlarımızla gittiler.

Ve bundan dolayı,
biz unuttuk bağışlamayı...

Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.

Ve zafer,
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar,
tırnakla sökülüp koparılacaktır...


Hürriyet Kavgası

Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne..
Meydanları zaptettiler yine..

Beyazıt'ta şehit düşen,
silkinip kalktı kabrinden,
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını,
yıktı Şahmeran'ın mağarasını..

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
''Safları sıklaştırın çocuklar,
 bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.''


 Bu Vatana Nasıl Kıydılar

İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
Götürüp kâfire : "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

  
Bulutlar Adam Öldürmesin


Analardır adam eden adamı.
Aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.

Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.

Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.

Bulutlar adam öldürmesin.

İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.

Bulutlar adam öldürmesin.

  
Davet


Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!

Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen bu toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!

Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!

Dünyanın En Tuhaf Mahluku


Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını,
sürüye katılıverirsin hemen,
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye..

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
 hani şu derya içre olup,
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm,
senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,

- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! 


*Yarınları, onun aşklarını anlatan şiirlerle yaşayabilmek ümidiyle…*