Powered By Blogger

Pazar, Haziran 28, 2015

Tek Kare

Bu gece kalpten kaleme dökülenler,hesapsız...

Aslında yayınlayacağım yazı başkaydı.
Bi'anda.. Hesapsız.. Plansız çıkıverdi bu yazı..
Kısacık ve sıcacık...
Bambaşka bir yazı olacak sanırım.
Sanırım diyorum çünkü inanın nasıl başlayacak nasıl bitecek bilemiyorum.

Bir fotoğraf karesi sizi ne kadar eskiye götürebilir?
Ne kadar sarsabilir?
Neler yazdırabilir?
Ya da birçok fotoğraf karesi...

Bir albüm mesela...

Uzun zamandır aklınızda olan,yapmaya fırsat bulamadığınız ya da yüksek ihtimal cesaret edemediğiniz fotoğraflı bir nostalji gecesi kaçınızın planı?

Ben bu gece anladım ki planlı olmuyormuş bu işler.
Bir anda tek bir kare sizi alıp götürebiliyormuş.
Ve bir an da kendinizi kocaman bir albümle ve geçmişle başbaşa bulabiliyormuşsunuz...

Bu gece tek bi'kare yazdırıyor bunları bana.
Baktığımda yüzümü güldüren,içimi ısıtan,sıcacık,naif ama kalbimi sızlatmanın çok ötesinde acıtan bi'kare...

Belki 5 belki de 6 yaşındayım. Bilemiyorum. Ellerimi kaldırmış,nasıl yapıldığını hala bile çözemediğim o el şıklatma hareketiyle ve tüm masumiyetimle karşısındayım babamın.
O da çökmüş dizlerinin üzerine,boyu boyuma eş,gözleri gözlerimde.

Ben onu o küçücük yaşımda hayran hayran izliyorum.
Nasıl gülerek,keyif alarak,etrafındakilere keyif aldırarak oynuyor şahit oluyorum...
Belki de fazlaca gülmem ondandır,kim bilir?

Ne diyordum?
Tek bi'kare...

Ben ne zaman babamla olan bi'çocukluk fotoğrafıma baksam aklıma hemen ve her daim nerede okuduğumu hatırlayamadığım şu sözler gelir:
...Yaş almak,evden ayrılmak falan değil,babadan kopmak bitirir çocukluğu insan hayatında...

Çocukluğu...
Çocuk olmak...
En güzel masumiyet...
Her şeyden bi'haber bir hayat...
En mühim meselenin oyuncaklarının olduğu vakitler...
Ne hoş,ne güzel hayat!
Bilmemek kaybetmeyi...
Sevdiklerinin gidebileceğini hiç düşünmemek...
Şimdi dile getirmesi bile ağır olan kelimelerin anlamlarını öğrenmemiş olmak...
Ne hoş,ne güzel hayat!
Çocukluk rüyalarınla başbaşa kalmak...
En kıymetli hazinene,rüyalarına sığınmak...

Rüyalar,en güzel masallarıdır çocukların taa ki o masalın kahramanını kaybedene kadar...

Ne demiştim en başta?
Hesapsız bir yazıydı nereye varacağını bilemediğim...
Bir anda döküldü kelimeler kalemden kağıda..
Bu gece nostalji gecesiydi fotoğrafların..
Eski günleri yad etme vaktiydi.

Biraz sarsar belki,
Biraz ağlatır,biraz güldürür ya da...
Ama en çok hatırlatır,o günleri tekrar yaşatır fotoğraflar.
Yani kısaca iyidir nostalji geceleri. Geri dönüp yaşanamayacak günleri canlandırır hafızalarda...

Hesapsızdı hayat.
Bi'andaydı.
Kelimeler bir kez çıktığında ağızdan,bir kez yazdığında kalem onları kağıda gerisi mühim değildi.
Fotoğraf demiştim.
Tek bi'kare.
Bir gecenin özeti olabilirdi,gerisi pek de mühim olmayabilirdi.

Bazen çok istese de en çok özlediğini rüyasında göremez insan.
O zaman tek çare ; tek karedir..

Çarşamba, Haziran 24, 2015

''Ertelemeyin''

Sorular var bugün.
Bana ve sizlere…

Sanki içimde yüzyıllardır yola çıkmayı bekleyen bir tren ağır ağır hareket ediyordu. Sıkıntılı, kasvetli limanlardan birine zorla bağlanmış bir gemi halatlarından kurtulup açık denizlere açılmaya başlamıştı usul usul.

Evden sessizce çıkıyor,  saatlerce sokaklarda ruh gibi dönüp duruyorum. Midemde soru işaretleri var. Yakıyorlar. Sorunlarımın ne olduğunu hissediyor, fakat parçaları bir araya getiremiyorum. Belki de parçaların kaçmasına göz yumuyorum.

Sahi neydi o içimde benim bile tanıyamadığım soru işaretleri?
Kimdi onlar? Neydi olayları? Neydi midemi yakacak kadar ki o halleri?
Benim bile tanıyamadığım, hatırlayamadığım, anlamlandıramadığım bu durum nerede ve ne zaman oluşmuştu?

Her soru işaretinin kendisine göre bir kum saati,vadesi vardı belki de..
Öyle bir an gelirdi, hiç beklemediğim anda bazı soru işaretleri oluşurdu ve ben asla bunu engelleyemezdim.

Peki ne yapardım?

Filmi bitirir, perdeyi kapatır mıydım?
Herkesi birer birer salondan çıkarır ama kendim aklım son sahneye takılı kalmış bir edayla çakılı mı kalırdım koltuğumda?

Bir yerlere kaçabilseydim eğer...
Bir adaya gider miydim?

Çevremde kimsenin bilmediği bir adaya. Sığınacağım, korkularımı yatıştıracağım, kendimi hiç sorgulamadan bağışlayacağım kimselerin olmadığı bir adaya. Adanın ortasında o sadece başıboş rüzgarların yaşadığı, dağlarla çevrili ıssız kumsalda adımı haykırır mıydım?
Orada ne duygu ve düşüncelerimi alt üst edecek kitaplar,ne oyunlar,ne şarkılar,ne sözler,ne şiirler olacaktı..

Nasıl olurdu?

Ya da susturur muydum vicdanımı?
Soru işaretlerime sorularımla mı yanıt verirdim,kaçarcasına..

Peki ya sizler?
Sizler en son ne zaman sorguladınız kendinizi?

Söylesenize en son ne zaman vicdanınızın sesini susturmadan, can kulağıyla dinlediniz?
Yoksa canınızı sıkan sorular sorduğu için soru işaretlerini susturup yola devam mı ettiniz?
Belki de ertelediniz soru işaretlerinizi? İnsanoğlunun en başarılı davranışı ne de olsa…

Ya da hiç düşündünüz mü başka hayatların neresindesiniz? Ya da başkaları sizin hayatınızın neresinde? Evlerin en güzel köşelerinde yer alan, özenle korunan, tozu alınan, değer verilen kıymetli bir dekor musunuz? Yoksa vitrinlerin arka taraflarında kalmış, varlıklarından bayramdan bayrama haberdar olunanlardan mı?
Hayatınızda hangisi ağırlıkta?

Bu soruları da mı erteliyorsunuz?

Ertelemek.. En iyi bildiğimiz şey! Öyle güzel uyguluyoruz ki.. Soru işaretlerimize.. Ya da saatlere,randevulara,kararlara ve daha nicelerine..

Sonsuz bir erteleme hayatımız...

Hayat akıp giderken arkasında bir sürü an,anı,sözcük bırakacak o sorulara ait.
Cevaplamamız için..

Bizler de eski romantiklerin öncüsü olarak antika dükkanına yakışır bir beyefendilik ya da hanımefendilik içinde cevaplayacağız o soruları.
Çünkü ancak o zaman huzur bulacak kalbimiz.. Ancak o zaman huzur bulduracağız kalbimize..

Ve bizler...
Her cevapta biraz daha büyüyeceğiz…


//Sur le fil--Yann Tiersen//Tekrar okumak isterseniz bunu dinleyebilirsiniz.//


Cumartesi, Haziran 20, 2015

O'nun Ardından


Babam'a..

Yalnız dilleriyle konuşmaz insanlar. Bazen bir bakış, bir kalp ve hatta bir yazı her şeyi anlatabilir. Kelimelerin büyüsü bazen ses tonlarıyla birleştiğinde değil, kağıt ve kalemle buluştuğunda daha anlamlı olabilir.
Bugün senin ardından kalanlar ile benim kelimelerimin birleşme vakti..
Çünkü ben kendi içime ağladım hep.
Tebessümlerimin içinde hüzünlerim vardı.
Söylemediğim, söyleyemediğim her şeyi kelimelerime yükledim.
Onlar benim hazinem oldu.
Bugün o hazinenin kilidini açma vakti..
İçinden çıkacaklarla kucaklıyorum seni.. İçindekilerle seviyorum..
O hazine benim sana hediyem bugün.
Günün kutlu olsun!
...
İçinde bir yeri sızlayan, hep çocukluğunu anlatma isteği duyan, kalbi sevgi gözleri yaş dolu bir çocuktum ben.
Ne çok şey sığdırdım o çocuk yaşıma.
Ne çok şey yaşadık, ne çok mücadele ettik.
Hastalığın büyüttü beni.. Hepimiz büyüdük..
En umutsuz anında bile gecenin; bi'ses, bi'nefes ben hep inandım daha iyi daha sağlıklı günlerin bizi beklediğine. Belki de bu yüzden sensiz hiç hayal kurmadım ben. Senin olmadığın yerler yoktu düşlerimde.
Senin sesin, senin kokun...
Ama biliyordum!
Her şeyin bir vakti vardı. Ne bir ilerisindeydi ne de bir gerisinde. Tam da o andaydı her şey..
Ve tüm çocukluğumla veda ettim sana.
Sonra da iyi kalpli bu yeteneksizin kelimelerle olan yolculuğu başladı.
Senden sonra,
Ve sana..
...
Işıl ışıl bir yalnızlık çöktü üzerime.. Beylik laftı hayat devam ediyor.
Ediyor muydu? Edebilecek miydim?
İçimdeki bu metruk istasyonu terk edebilecek miydim?
Zaman her şeyin ilacıdır diyorlar ya işe yaramaz sandığım bu cümle gerçek olacak mıydı?
Önce parça parça kaçtım senden, herkesten ve her şeyden..
Sonra ufak ufak biriktirdim yalnızlığımı, bir amacı olduğuna inandım. Yazdıklarım beni dinlendirdi, okuduklarım beni kendime getirdi. Bu yalnızlık bana bir amaç edindirdi önce ve sonra amacıma yürüdüğüm yol oldu.
Ve anladım ki; yalnızlıklarımla kalabalıklaştım ben. Kalabalıkları biliyorum, oralarda atılan kahkahalar ya da attıklarım yasak değillerdi. Anladım..
Güçlü durmaya çalışırken güçlü olmayı öğrenmek gibi.. Tekliği yaşarken çokluğa hazırlanmak..
Hazırlık vaktiydi..
Yola tekrardan koyulma vakti gelmişti..
İçimde bir yerlerde bir tren misali vagonlar arka arkaya eklenmeye başlamıştı. Hayatımın hikayesi kaldığı yerden devam ediyordu..
Etmek zorundaydı.
Çünkü biliyordum.
Ben değişmeden değişmeyecekti bu yol..
Ama yalan yok! Senden sonra uzun bir süre oturtamadım taşları yerine..
Bütün lambaları kapatıp sadece gece lambasını yaktım hayatımın. Ama farkındaydım. Aydınlık o acının içindeydi ve önce o acının içine girmem gerekecekti..
Olacaktı, başaracaktım!
Nereden geliyordu bu çocuksu umut, bu güç, bu inanç bilemiyorum..
Tek bir şeyi çok iyi biliyordum.
Öyle iyi biliyordum ki..
Öyle şanslıydım ki..
Her insanın ailesi ve biriktirdikleri zor anların kurtarıcısı,yol göstericisi olurdu..
Öyle de oldular..
...
Bir kitapta okumuştum.
Şöyle diyordu yazar gidenler için;
"Bir elleri hep Tanrı ile bir elleri ise yeryüzünde hep bizimledir."
Öyle miydi?
Yüreğin bizimle olsun yeterdi. Geride bıraktığın cismin toprağa karışıp gidecekti zaten, -ki gitti..
Gittin.
Bir şey oturdu içime, kaldım öylece.
Yok olmak, toz olmak istedim.
Varlığım orada olmasaydı keşke.
Gelip alsalardı beni.
Sessiz sedasız kaybolsaydım..
Olmadı...
Kendim gibi tamir edecektim kalbimi. Kimseye yol yordam sormazsam eğer daha iyi ederdim. Çünkü kimsenin formülü tutmayacaktı bir diğerinde. Biliyordum..
Bir formülüm de yoktu zaten..
Ama hep hayal ettim ben. Farklı bir boyutta da olsa sen hep bizimle olacaktın.
O hastalıklardan yorgun ama içindekilerle güçlü kalbin bir ruha aitti ve o ruh asla ölmeyecekti.
Mizacı sert adam,
Duruşu heybetli adam,
Dilinde sevdiği küfürler,yufka yürekli ama belli etmeyen adam.
Koca adam!
İyi ki geçtin bu dünyadan!
Şimdi düşünüyorum;
Herkesin bir şarkısı olsaydı şu hayatta seninki ne olurdu acaba?
Bilemiyorum.
Ama şu sözleri tüm çocukluğumla sana armağan ediyorum.
Benzemez kimse sana/
Tavrına hayran olayım...
Ve ben;
Tüm bunları yazarken fonda hep tek şarkı çaldı.
Kolay olmayacak.
Elbet üzüleceğiz.
Mutlaka bir iz bırakacak..
Haklıydı Sezen!
Hiç kolay olmadı.
Çok üzüldüm.
Çokça iz bıraktı.
Ama hayat böyleydi...
Seninle veda ettiğim içimdeki çocuk,
o gün bir dilek diledi.
Belki bi'vakit;
Aynı büyülü zaman diliminde,

Aynı düşte buluşacaktık biz...