Sorular var bugün.
Bana ve sizlere…
Sanki içimde yüzyıllardır yola çıkmayı bekleyen bir
tren ağır ağır hareket ediyordu. Sıkıntılı, kasvetli limanlardan birine zorla
bağlanmış bir gemi halatlarından kurtulup açık denizlere açılmaya başlamıştı
usul usul.
Evden sessizce çıkıyor, saatlerce sokaklarda ruh
gibi dönüp duruyorum. Midemde soru işaretleri var. Yakıyorlar. Sorunlarımın ne
olduğunu hissediyor, fakat parçaları bir araya getiremiyorum. Belki de
parçaların kaçmasına göz yumuyorum.
Sahi neydi o içimde benim bile tanıyamadığım soru işaretleri?
Kimdi onlar? Neydi olayları? Neydi midemi yakacak
kadar ki o halleri?
Benim bile tanıyamadığım, hatırlayamadığım,
anlamlandıramadığım bu durum nerede ve ne zaman oluşmuştu?
Her soru işaretinin kendisine göre bir kum
saati,vadesi vardı belki de..
Öyle bir an gelirdi, hiç beklemediğim anda bazı soru
işaretleri oluşurdu ve ben asla bunu engelleyemezdim.
Peki ne yapardım?
Filmi bitirir, perdeyi kapatır mıydım?
Herkesi birer birer salondan çıkarır ama kendim aklım
son sahneye takılı kalmış bir edayla çakılı mı kalırdım koltuğumda?
Bir yerlere kaçabilseydim eğer...
Bir adaya gider miydim?
Çevremde kimsenin bilmediği bir adaya. Sığınacağım,
korkularımı yatıştıracağım, kendimi hiç sorgulamadan bağışlayacağım kimselerin
olmadığı bir adaya. Adanın ortasında o sadece başıboş rüzgarların yaşadığı,
dağlarla çevrili ıssız kumsalda adımı haykırır mıydım?
Orada ne duygu ve düşüncelerimi alt üst edecek
kitaplar,ne oyunlar,ne şarkılar,ne sözler,ne şiirler olacaktı..
Nasıl olurdu?
Ya da susturur muydum vicdanımı?
Soru işaretlerime sorularımla mı yanıt
verirdim,kaçarcasına..
Peki ya sizler?
Sizler en son ne zaman sorguladınız kendinizi?
Söylesenize en son ne zaman vicdanınızın sesini
susturmadan, can kulağıyla dinlediniz?
Yoksa canınızı sıkan sorular sorduğu için soru
işaretlerini susturup yola devam mı ettiniz?
Belki de ertelediniz soru işaretlerinizi? İnsanoğlunun
en başarılı davranışı ne de olsa…
Ya da hiç düşündünüz mü başka hayatların
neresindesiniz? Ya da başkaları sizin hayatınızın neresinde? Evlerin en güzel
köşelerinde yer alan, özenle korunan, tozu alınan, değer verilen kıymetli bir
dekor musunuz? Yoksa vitrinlerin arka taraflarında kalmış, varlıklarından
bayramdan bayrama haberdar olunanlardan mı?
Hayatınızda hangisi ağırlıkta?
Bu soruları da mı erteliyorsunuz?
Ertelemek.. En iyi bildiğimiz şey! Öyle güzel
uyguluyoruz ki.. Soru işaretlerimize.. Ya da saatlere,randevulara,kararlara ve
daha nicelerine..
Sonsuz bir erteleme hayatımız...
Hayat akıp giderken arkasında bir sürü an,anı,sözcük
bırakacak o sorulara ait.
Cevaplamamız için..
Bizler de eski romantiklerin öncüsü olarak antika
dükkanına yakışır bir beyefendilik ya da hanımefendilik içinde cevaplayacağız o
soruları.
Çünkü ancak o zaman huzur bulacak kalbimiz.. Ancak o
zaman huzur bulduracağız kalbimize..
Ve bizler...
Her cevapta biraz daha büyüyeceğiz…
//Sur le fil--Yann Tiersen//Tekrar okumak isterseniz
bunu dinleyebilirsiniz.//
Sorular var bugün.
Bana ve sizlere…
Sanki içimde yüzyıllardır yola çıkmayı bekleyen bir
tren ağır ağır hareket ediyordu. Sıkıntılı, kasvetli limanlardan birine zorla
bağlanmış bir gemi halatlarından kurtulup açık denizlere açılmaya başlamıştı
usul usul.
Evden sessizce çıkıyor, saatlerce sokaklarda ruh
gibi dönüp duruyorum. Midemde soru işaretleri var. Yakıyorlar. Sorunlarımın ne
olduğunu hissediyor, fakat parçaları bir araya getiremiyorum. Belki de
parçaların kaçmasına göz yumuyorum.
Sahi neydi o içimde benim bile tanıyamadığım soru işaretleri?
Kimdi onlar? Neydi olayları? Neydi midemi yakacak
kadar ki o halleri?
Benim bile tanıyamadığım, hatırlayamadığım,
anlamlandıramadığım bu durum nerede ve ne zaman oluşmuştu?
Her soru işaretinin kendisine göre bir kum
saati,vadesi vardı belki de..
Öyle bir an gelirdi, hiç beklemediğim anda bazı soru
işaretleri oluşurdu ve ben asla bunu engelleyemezdim.
Peki ne yapardım?
Filmi bitirir, perdeyi kapatır mıydım?
Herkesi birer birer salondan çıkarır ama kendim aklım
son sahneye takılı kalmış bir edayla çakılı mı kalırdım koltuğumda?
Bir yerlere kaçabilseydim eğer...
Bir adaya gider miydim?
Çevremde kimsenin bilmediği bir adaya. Sığınacağım,
korkularımı yatıştıracağım, kendimi hiç sorgulamadan bağışlayacağım kimselerin
olmadığı bir adaya. Adanın ortasında o sadece başıboş rüzgarların yaşadığı,
dağlarla çevrili ıssız kumsalda adımı haykırır mıydım?
Orada ne duygu ve düşüncelerimi alt üst edecek
kitaplar,ne oyunlar,ne şarkılar,ne sözler,ne şiirler olacaktı..
Nasıl olurdu?
Ya da susturur muydum vicdanımı?
Soru işaretlerime sorularımla mı yanıt
verirdim,kaçarcasına..
Peki ya sizler?
Sizler en son ne zaman sorguladınız kendinizi?
Söylesenize en son ne zaman vicdanınızın sesini
susturmadan, can kulağıyla dinlediniz?
Yoksa canınızı sıkan sorular sorduğu için soru
işaretlerini susturup yola devam mı ettiniz?
Belki de ertelediniz soru işaretlerinizi? İnsanoğlunun
en başarılı davranışı ne de olsa…
Ya da hiç düşündünüz mü başka hayatların
neresindesiniz? Ya da başkaları sizin hayatınızın neresinde? Evlerin en güzel
köşelerinde yer alan, özenle korunan, tozu alınan, değer verilen kıymetli bir
dekor musunuz? Yoksa vitrinlerin arka taraflarında kalmış, varlıklarından
bayramdan bayrama haberdar olunanlardan mı?
Hayatınızda hangisi ağırlıkta?
Bu soruları da mı erteliyorsunuz?
Ertelemek.. En iyi bildiğimiz şey! Öyle güzel
uyguluyoruz ki.. Soru işaretlerimize.. Ya da saatlere,randevulara,kararlara ve
daha nicelerine..
Sonsuz bir erteleme hayatımız...
Hayat akıp giderken arkasında bir sürü an,anı,sözcük
bırakacak o sorulara ait.
Cevaplamamız için..
Bizler de eski romantiklerin öncüsü olarak antika
dükkanına yakışır bir beyefendilik ya da hanımefendilik içinde cevaplayacağız o
soruları.
Çünkü ancak o zaman huzur bulacak kalbimiz.. Ancak o
zaman huzur bulduracağız kalbimize..
Ve bizler...
Her cevapta biraz daha büyüyeceğiz…
//Sur le fil--Yann Tiersen//Tekrar okumak isterseniz
bunu dinleyebilirsiniz.//
Kardeşim yine konuşturmuşsun kalemini harika olmuş ve diğer yazılarını heyecanla bekliyorum
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim canım benim... Bekle bakalım.. :)
Sil